The Man Who Sleeps (Un homme qui dort, 1974), yönetmen Bernard Queysanne ve yazar Georges Perec’in ortak çalışmasıyla ortaya çıkan, insanın varoluşsal yalnızlığına dair etkileyici ve şiirsel bir film. Georges Perec’in aynı adlı romanından uyarlanan film, 25 yaşındaki bir Parisli üniversite öğrencisinin dünyadan tamamen kopma çabasını ve içsel bir yolculuğa çıkışını konu alır. Film, seslendirme ile anlatılan uzun bir monolog ve ana karakterin sessiz, gözlemlenebilir dünyası arasında ilerler.
Film, adı olmayan ana karakterin (oyuncu Jacques Spiesser) günlük hayatından tamamen çekilmesiyle başlar. Bu genç adam, bir gün herhangi bir uyanış yaşamadan, nedenini bilmediği bir şekilde derslere gitmemeye ve rutin yaşamını terk etmeye karar verir. Gittikçe daha derin bir içe kapanma sürecine girer. O artık hayatın sıradan gerekliliklerini umursamayan, insanlarla iletişim kurmaktan tamamen vazgeçen bir insana dönüşür. Kendi dünyasında, Paris’in sokaklarında amaçsızca dolaşır, eski ve boş binalarda vakit geçirir, insanların hayatlarına uzaktan bakar, ama asla dahil olmaz. O artık bir gözlemci, bir yabancı gibidir.
Film, bir bakıma hareketsizliğin, dışlanmışlığın ve yalnızlığın incelikle resmedilmiş bir portresidir. Ana karakter, hayatın anlamını ya da bir amacı aramaktan vazgeçmiştir. Günlük rutinler bile bir anlam ifade etmez hale gelmiştir. Film boyunca onun sessizliğine, sadece iç sesi eşlik eder. Anlatıcı (Ludmila Mikaël) izleyiciye, karakterin zihnindeki düşünceleri, kaygıları, hayal kırıklıklarını ve boş vermişliğini aktarır. Karakter bir yandan kendi içinde bir özgürlüğü keşfederken, diğer yandan bu özgürlük onu daha da büyük bir boşluğa sürükler.
Filmde neredeyse hiç diyalog olmaması, izleyiciyi ana karakterin yalnızlığına ve içsel sessizliğine daha derin bir şekilde çekiyor. Paris’in boş ve ruhsuz sokaklarında, dar apartman dairelerinde, karakterin sessiz yaşamı izleyiciye bu varoluşsal sorgulamayı hissettirir. Filmin yavaş temposu ve minimalizmle örülmüş yapısı, izleyiciye karakterin bu ruh halini derinden deneyimleme fırsatı sunar.
Ancak bu içe kapanma hali zamanla ağır ve karanlık bir hal alır. Karakter, hayatın monotonluğunda kayboldukça, varoluşunun ağırlığı altında ezilmeye başlar. İnsanlarla olan tüm bağlarını koparmış, dış dünyadan tamamen soyutlanmıştır. Yalnızlık artık sadece bir tercih değil, aynı zamanda bir yük haline gelir. İçinde bulunduğu boşlukla başa çıkmaya çalışan karakter, sonunda hayattan tamamen kaçmanın bir çözüm olmadığını fark eder. Film, bu noktada, bireyin topluma ve insanlara olan ihtiyacını, insan doğasının yalnızlığa dayanamayan yapısını vurgular.
The Man Who Sleeps, insanın kendi iç dünyasında kaybolma sürecini, varoluşun anlamsızlığı ve yalnızlık üzerine bir meditasyon olarak sunar. Film, karakterin sessiz ama derin içsel yolculuğunu izleyiciye aktarırken, her bir karesiyle varoluşsal sorulara kapı açar. Yavaş temposu, minimal diyalogları ve yoğun iç ses kullanımıyla, karakterin ruh hali izleyiciye yoğun bir şekilde geçer.
Bu film, yalnızlık, özgürlük, içsel boşluk ve insanın hayatta anlam arayışı üzerine derin düşünceler barındıran bir yapım. The Man Who Sleeps, sessizliği ve dinginliğiyle, içsel huzursuzlukları ve bireyin kaçamayacağı gerçekleri samimi bir dille işleyen, duygusal bir deneyim sunar.
Comments